MERSİN TİCARET VE SANAYİ ODASI
Türkçe English
MTSO 13. Yıl
ÇAĞRI MERKEZİ 0850 304 33 33
Mersin
Mersin
Mersin
Mersin
Mersin Cennet Cehennem

Üretmeyen Türkiye Nereye Gider? 12.02.2015 tarihinde yayınlandı

Aylık bazda bakıldığına sanayi üretimimizde küçük artışlar veya azalmalar görüyoruz. Gerçeklerden uzaklaşıp, sadece aylık istatistiklere sevinen bir camia olduk. Ancak bu rakamlar uzun vadeli incelendiğinde sanayi üretiminde arzu edilen artışa, bizi ekonomik sıkıntılarımızdan kurtaracak o üretim miktarına henüz ulaşamadığımızı görüyoruz.


Üretmeden zenginleşmeyiz, ürettiğimizi ihraç etmeden büyüyemeyiz, cari açığımızı kapatamayız. Hizmet sektörleri –turizm, finans, lojistik vs.- elbette ekonomimiz için çok önemlidir ve büyük katkı sunmaktadırlar. Ancak, sanayi ve hizmetler arasındaki dengeli büyümeyi sağlamak ve risklere göre projeksiyonlar öngörmek zorundayız. Ekonomik alanları, bölgeleri ve sektörleri belirlerken küresel gelişmeleri, teknolojinin gideceği yönü, hatta iklim değişimlerini bile öngörmek zorundayız. Tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda ülke olarak üretmeden, sanayi alanında gelişmeden, hizmetlere kayan bir ekonomi ile arzu edilen ekonomik büyümeyi ve toplumsal refahı sağlayamayız. Hele hele, nüfusu 80 milyona dayanan ve yaş ortalaması 30’un altında olan bir demografik yapıyla üretimden uzaklaşmak ekonomik bir intihar olur.

Kırılgan sektörlerle sürdürülebilir ekonomi olamaz

Hizmet sektörleri, özellikle de ülkemizdeki gibi kaliteli, rekabetçi, küresel kriterleri yakalamış olanları, ülkemiz ekonomisi için olağanüstü önemlidir, vazgeçilmezdir. Türkiye için; turizm, finans, lojistik bunlar ekonominin ayrılmaz parçasıdır. Ancak, bunların siyasi istikrar ve dış ilişkilerdeki sıkıntılara karşı “kırılgan” oldukları gözden kaçırılmamalıdır. Bazılarının istihdamı mevsimsel olduğundan, istihdamda süreklilik sağlamazlar. Basit bir sınır anlaşmazlığında lojistiğimizin; çevremizdeki bir savaş veya terör olayından dolayı turizm ve finans sektörümüzün defalarca krize girdiğini hepimiz hatırlıyoruz. Birçok sorunu hala yaşıyoruz. Mısır ile olumsuz giden ilişkilerimiz ve Suriye’deki savaş Orta Doğu ve Körfez ülkelerine olan lojistiğimizi olağanüstü etkilemedi mi? Maliyetler artmadı mı? Bunlar iş dünyasının beklemediği gelişmelerdi ve büyük zarar gördüler. Hizmetler sektörü önemlidir ama oranı önemlidir. Ekonomide üretim ve hizmetler dengesi korunursa sorun yok; ama ekonomi üretimden hizmetlere kayarsa, bu ülke böylesi bir ekonomik tercihle bir yere varamaz.

Sadece hizmetler sektörü ile büyüyen ülke yok

Üretmeden veya üretime çok önem vermeden, sadece hizmetler sektörü ile büyüyen, küresel ekonomide söz sahibi bir ülke var mı? Böyle bir ülke elbette yok. Bazılarımızın aklına bir İsviçre örneği gelebilir. Ancak, İsviçre Avrupa’nın en ciddi sanayi üretimi yapan ülkelerinden birisidir. İsviçre saati, çikolatası ve bankaları sadece bir imajdır; İsviçreli ekmeğini sanayiden kazanır. ABD, Avrupa Birliği ülkeleri, Güney Kore, Hindistan, Japonya ve Çin; tüm bu ülkeler dünya ekonomisinde üreterek söz sahibi olmuşlardır; işsizlik sorununu üreterek çözmüşlerdir, cari fazlalarını üreterek vermişlerdir, üreterek büyümüş ve milli gelirlerini arttırmışlarıdır… Yeter ki, üretimimiz yenilikçi, Ar-Ge ve ihracat odaklı olsun. Yeter ki, üretimimiz yüksek teknolojiyi ve bilgi-iletişim teknolojilerini kullanmayı hedeflesin; yeter ki insan kaynağımız eğitimli olsun…

Amacımız ve uygulamalarımız tutarlı olmalıdır

Evet sanayi üretiminde arzu edilen artışı yakalayamadık. Elbette 80’li yılların Türkiye’si değiliz. Yüzde 80 üretimi tarımsal ürün olan bir Türkiye, bugün neredeyse yüzde 90 üretimi sanayiye çevrilmiştir. Ancak biz kendimizi artık 80’lere göre değil, 2050’lilere göre ayarlamak zorundayız. Peki sanayi üretiminde arzu edilen artışı yakalayamamamızın nedenleri nelerdir? Öncelikle emir, talimat ve sloganlarla sektörel gelişme olmaz. Amacınız başka olabilir ama uygulama ne ise, sonucu da o olur… Bir yandan devlet olarak “üretmeden ekonomik gelişmeyi sağlayamayız” diyoruz. Bunu bir çok Bakanımız defalarca ifade ettiler ve iş dünyamızı mutlu ettiler… Ancak, öte yandan inşaata dayalı bir ekonomik büyümeye yöneliyoruz. Son haftalarda vatandaşlarımızın ev sahibi olabilmesi için beş yıl bir banka mevduatında belli bir para tasarruf edilmesi karşılığında devlet desteği açıklandı. Çözüm başka yerde aranmıyor, yine inşaata dayalı çözümlere sarılıyoruz… Amaç dar gelirliyi ev sahibi yapmak ise, TOKİ neden kuruldu? Eğer amaç ülke olarak gerçekten büyük bir sorunumuz olan tasarrufu arttırmaksa bunu iş dünyası olarak olumlu karşılarız ama bu sefer de bu tasarrufların ne amaçla kullanılacağı sorusu ister istemez aklımıza geliyor. Eğer bu tasarruflar ekonomiye, üretime, ekonominin omurgası olan KOBİ’lere uygun kredi olarak dönecekse, bu destek işe yarayacaktır. Aksi takdirde toplum bunu seçim öncesi bir “popülizm” olarak değerlendirir.

Sanayici müteahhit oluyor

Devletimizin, hükümetimizin Sanayi Strateji Belgesi’nin hazırlanmasında iş dünyası olarak işin işinde bulunduk. Hükümetimizin iş dünyası ile her alandaki uyumlu çalışması ekonomimize büyük şeyler kazandırdı. Bunu gerçekten takdir ediyoruz. Ancak, inşaata aşırı yönelmek yatırımcıyı sanayici olmaktan uzaklaştırır ki bu büyük bir tehlikedir. Sanayici müteahhit olursa sanayi çöker. Büyüme stratejimiz inşaata ve sadece hizmetlere kayarsa; daha riskli alanlar olan sanayi ve üretim cazip olmaktan çıkar. Bundan dolayı, bu tehlikeleri görerek, sanayiyi, üretim ve imalatı daha cazip hale getirecek çözümlere odaklanmalıyız. En basiti sanayici, imalatçı arsa sorunu yaşamamalıdır. Lojistik, enerji, alt yapı ve ortak kulanım alanları gibi imkanları veren Organize Sanayi Bölgeleri arttırılmalıdır. Enerjinin, ham madde fiyatlarının ve lojistik maliyetlerin doğrudan etkilediği “ÜRETİM MALİYETLERİ” üreticinin en büyük sorunlarıdır. Devletin alacağı vergiden vazgeçmesi mümkün olmadığına göre; Kısa vadede petrol ve doğalgaza bağımlı enerji ihtiyacımızın değişmesi mümkün olmadığına göre; İşçi maliyetlerinin daha fazla azalması ve asgari ücretten geri adım atılması hem mümkün olmadığına hem de insanca olmadığına göre (sonuçta biz Çin değiliz, demokraside insan mutluluğu önceliklidir); Taşıma vergileri ve petrol maliyetlerinin nakliye üzerindeki yükü kısa vadede azaltılamayacağına göre (ki bunun kısmi çözümü modern lojistik merkezlerdir); O halde sanayici ne yapacak? Kurda sormuşlar “boynun neden kalın” diye; o da “kendi işimi kendim yaparım” demiş.

Çözüm “katma değer” yaratabilmektir

Sonuç olarak sanayici ayakta kalmak istiyorsa katma değer üretmelidir. Devletin belki de en büyük desteği üreticinin, imalatçı ve sanayicinin katma değer yaratmasına imkan sağlaması, Ar-Ge desteklerini arttırması ve eğitim desteği vermesidir. Gerçekten Türkiye’de üretim maliyetleri özellikle uzak doğu ülkeleri düşünüldüğünde çok yüksektir. Örneğin Çin, Hindistan, Bangladeş, Vietnam’a göre başta işçilik olmak üzere bir çok üretim maliyeti yüksektir. Ama gelişmiş ülkelere göre çok da yüksek değildir. Örneğin Almanya’da vergiler Türkiye’den yüksektir. İşçilik maliyetleri hakeza Türkiye’den kat kat fazladır. Ama Almanya 1 trilyon dolar ihracatla dünya şampiyonluğunu elinden bırakmama niyetinde gözükmektedir. O zaman cevaplanması gereken soru; “üretim maliyetlerini nasıl düşürebiliriz?” değil, “Üretim maliyetlerini düşürmeden ciroları arttırmak ve rekabet etmenin yolu nedir?” sorusudur. Çünkü asıl sorun üretim maliyetlerinin yüksek oluşu gibi görünse de, Türk sanayicisinin “katma değer” üretememesidir. Örneğin Türkiye’de bir tekstil üreticisi 1.000 işçi ile 50 milyon dolarlık bir ciro üretebilir, ama Avrupalı veya Amerikalı moda üreticisi bu kumaşa bir dizayn vererek iyi bir marka değeri ile daha az içi ile 500 milyon dolarlık bir ciro üretebilir. En çok övündüğümüz otomotiv sektöründen örnek verirsek bir otomobilin fiyatı ortalama üretim maliyeti 10.000 dolar ise Türkiye’deki bir üretici 1.500-2.000 dolar para kazanırken marka sahibi asıl üreticiler bunun kat ve katı para kazanmaktadırlar. Sonuçta bizler de, marka ve teknoloji sahibi üreticiler de hemen hemen aynı üretim maliyetleri ile karşı karşıyadır. Ama marka ve teknoloji sahibi üreticiler daha fazla para kazanmaktadırlar. İşte katma değer denilen şey bu dur. Katma değerli ürünlerin, ürünü bir araya getiren parçaların maliyetleri, ona harcanan işçilik maliyeti ve kâr toplamının haricinde zenginlik yaratan bir değer eklenmesidir. Zenginlik yaratan katma değerin en önemli iki unsuru marka ve teknolojidir. Piyasada büyük bir yanılgı olan marka gücü katma değer elde etmek için tek başına yeterli değildir. Eğer arkasında bir teknoloji, tasarım gibi fark yaratacak bir yenilik varsa tüm bunların toplamı katma değeri ortaya çıkarır.


Sayfa gönderiliyor. Lütfen bekleyiniz

ARKADAŞINA GÖNDER