MERSİN TİCARET VE SANAYİ ODASI
Türkçe English
MTSO 13. Yıl
ÇAĞRI MERKEZİ 0850 304 33 33
Mersin
Mersin
Mersin
Mersin
Mersin Cennet Cehennem

Analog Beyinlere değil; Dijital Beyinlere ihtiyacımız var... 13.06.2013 tarihinde yayınlandı

Geçtiğimiz hafta Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) ve TOBB Başkanımız Sayın Rifat HİSARCIKILIOĞLU’nun en önemli vizyonel çalışmalarından biri olarak gördüğüm Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırmaları Vakfı TEPAV’ın yetkilileri ile birlikte Amerika Birleşik Devletleri’ne bir ziyaret gerçekleştirdik.


Temel anlamda iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin arttırılmasını hedefleyen bu ziyaretin bir de özel amacı vardı; O da, yakında ABD ve Avrupa Birliği(AB) arasında imzalanacak olan Serbest Ticaret Anlaşması’na Türkiye’nin de taraf olmasını sağlamak. Yani, bir lobi faaliyeti için özel sektör olarak oradaydık. Birçok farklı bölgede toplantılar yaptık, farklı gruplarla görüştük. TEPAV ekibinin ve uzmanlarının olaylara yaklaşımı, yorumlaması ve raporlaması gerçekten bizlere olağanüstü katkıda bulundu ve vizyon kazandırdı. Bu anlamda ben tüm Mersin iş dünyasını TEPAV’ın web sitesini düzenli takip etmelerinin kendilerine çok şey kazandıracağını düşünüyorum. Bilgiye ulaşmak bir mesele ama doğru yorumlamak başka bir mesele. Bu anlamda ziyaret sadece ekonomik düzeyde değil, sosyal anlamda da başka bir zenginlik kazandı.

New York’ta 214 kütüphane var; Mersin’de bir tane…

İş dünyası olarak gittiğimiz yerlerde çok dikkat etmediğimiz şeyler artık dikkatimizi çeker oldu. Ekonominin sadece iktisadi faaliyetlerle kısıtlı olmadığını daha iyi anlıyoruz. Örneğin, New York’ta tam 214 kütüphane olduğunu, eserlerin neredeyse tamamının dijital ortama geçirildiğini öğrendik. Öğrendiğimize göre İstanbul’da sadece 21 kütüphane varmış. Peki, ya Mersin? Sadece bir adet… O da modern anlamda bir kütüphane statüsüne girerse. Yani, New York’ ta bilgi var, bilgiye ulaşım var. Bilgiye verilen önem var. Daha başka hesaplara, istatistiklere ve ölçeklere gerek var mı? İnandığımızı iddia ettiğimiz ama yaptıklarımızla bunun tam tersini uyguladığımız bir inanç içindeyiz. İnançlarımız bize diyor ki; “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?”… Ancak, bizler mutlak doğru gördüğümüz bu inancın tam aksine, bilmeyenler tarafında kalmaya ısrar ediyoruz. Kendimizi kandırıyoruz… Bilgiyi kutsuyor ama gündelik yaşamımıza sokmuyoruz; Yerçekimini biliyoruz ama kendimizi beşinci kattan aşağı atıyoruz; Ateşi biliyoruz ama elimizi ateşe sokuyoruz… Yani hep “miş” gibi yapıyoruz. Biliyor-muş gibi, kazanıyor-muş gibi, gelişiyor-muş gibi…

Matbaa, icadından 300 yıl sonra ülkemiz girdi

İslam Alemi 900 ve 1200 yılları arasında rasyonel bir bakışla, dogmalardan sıyrılarak yaşadı. İslam alimleri akılcı davrandılar, Yunan Felsefesini okudular, yeniden yorumladılar. Daha eski eserleri okudular, dışlamadılar. Her bilgiye önem verdiler. Kendi bilgileri ile sentezlediler. Yenilikçi oldular. Sonuçta, Avrupa Orta Çağ batağında bilgiden uzak, batıl inanışlar içinde sürünürken; İslam Dünyası, Anadolu’nun büyük bir kısmı ilim ve bunun yarattığı yüksek medeniyetle yükseldi. İslam alimleri her bilgiye ulaşarak, her bilgiye değer vererek tıptan hukuka, matematikten felsefeye, müzikten sanata her alanda yükseliyordu. Ancak, bu devam ettirilemedi. İslam coğrafyası bilgiden uzaklaştıkça dogmalara saplandı. İlerleme durdu. Rasyonellikten, akıldan uzaklaşan; Kitaptan korkan bir topluluk oluştu. Matbaa bu coğrafyaya icadından 300 yıl sonra girdi. Bilgiye ulaşamayan insanlar bilgisiz kaldı. Farklı düşünen insan kalmadı. İnsan kaynağı kalitesizleşen bir topluluk Orta Çağın Avrupa’sına dönüştü. Artık, sürünme sırası bize gelmişti. Osmanlının son dönemlerinde bir takım yenilik çabaları, eğitim reformları olduysa da tam bir başarı elde edilemedi. Cumhuriyetle birlikte tüm İslam coğrafyası olmasa da, en azından insanımız yeniden bilgiye ulaştı. Modern eğitime verilen önemle bir eğitim seferberliği başladı. Cumhuriyet Türkiye’si bugün birçok Asya ve Orta Doğu Ülkesinden faklılaşıyorsa, temelindeki bu bilgiye ulaşma çabasını görmek gerekir. Ancak, savaşlarla harap olan, fakirleşen, insan kaynağı yok edilen bir ülkenin ayağa kalkması kolay değildi. Kaynakları olmayan ülkede, eğitim tüm Anadolu’ya eşit verilemedi. Homojen bir eğitim kalitesi tam anlamıyla oluşturulamadı. Yine de, o zor şartlarda, kurucu atalarımızın her şeyden çok eğitime zaman ayırmaları ve kaynak aktarmaları bile taktire şayandır. Hepsini rahmetle, minnetle anıyoruz.

Akıl devreden çıkınca, duygularla yönetilirsiniz

Eğitim ve bilgi ile Türkiye yükselmeye başladı. Bırakın bilginin dünyadaki etkisini; Sadece kendi kentlerimize bir bakalım. Hangi kentimizde daha çok kütüphane varsa; Hangi kentimize üniversite daha önce gelmişse; Hangi kentimizde ilkokul ve lise daha çoksa o kentlerimiz her anlamda daha gelişmiş değil mi? Bilgiye ulaşan kentlerin her anlamda daha zengin, ulaşamayanların ise her anlamda daha fakir ve gelişmemiş olduğunu görmek için uzman olmaya gerek yok. Ancak, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki bu heyecan devam ettirilemedi ve bir boşluk oluştu. Adeta eğitimde bir fetret devri yaşandı. Türkiye 80’li yıllara kadar içine kapanık bir ülke konumundaydı. Bilgi ve bilgiye ulaşma kaynakları olmayınca, dünyadan kopuktuk. Akademisyen de kopuktu, iş adamı da, vatandaş da… Bilgi olmayınca toplumsal sorunları öngöremedik, algılayamadık, çözemedik. Akıl devreden çıkınca duyguların yönetimine kaldık. Hatalar yaptık, debelendik. Debelendikçe battık.

Yeni dünyanın öncüleri olacak dijital gençliği iyi anlamalıyız

80’lerden sonra bir şeyler oldu. 30 yılda ekonomimiz olumlu anlamda yükseldi; Üretimimizin ve ihracatımızın yüzde 90 tarım ürünleriyken, son 30 yılda tam tersine sanayi ürünleri ağırlık kazandı; Son 30 yılda ne oldu da, düşük teknolojili üretimimiz orta teknolojiye evrildi. Son 30 yılda ne oldu da, çevremiz krallıklar, diktatörlüklerle dolarken, biz iyi kötü aksamalar olsa da demokrasiyi benimsedik. Değerli Mersinliler olan sadece şuydu; Ülke insanımıza bilgiye ulaşacak imkanlar verildi. Her eve televizyon ve telefon girdi. Dünya ile irtibat sağlandı. Dünyanın bilgisi ve yenilikleri evimize girdi, zihnimize girdi. Farklar ortaya çıkınca, sorular ortaya çıktı. Telefonla gelişen ve değişen ticaret, bilgisayarla daha başka bir boyut kazandı. Bilgisayar plan getirdi, istatistik getirdi, verimlikli getirdi. Ve İnternet… Bilgi anlık hale geldi. Fikirle anında paylaşıldı. Analog beyinler, dijitale dönüştü. Analog düşünen insanın önemi ve değeri kalmadı. Dijital düşünen insanların etkisi arttı. Yani, ICT denilen Bilgi ve İletişim Teknolojileri ile yeni bir dünya kuruldu. Bu yeni dünyanın yeni öncüleri var; Gençler… Dünyanın yüzde 50’sini oluşturan 30 yaş altı genç insanlar. Bir zamanların, üreteni değil de tüketeni görülen; Çok fazla önemsenmeyen; Aktif değil de pasif ve yönetilmesi gereken bir grup olarak görünen gençler artık bu yeni dünyanın üreteni ve yön vereni durumuna geliyorlar. Onun için bu gençleri anlamalıyız ve bu yeni dünyaya uygun dijital beyinler yetiştirmeliyiz. Dijital bir dünyada Analog beyinlerle geleceği yakalayamayız.

Bu arada döviz yükseliyor, altın düşüyor, dünya bankası büyüme hedefimizi düşürmüş, sanayi üretimimiz geçen yıla göre artmış, işsizlik artmış vs. vs… Hepsi, bugün, bu ay veya bu yıl için çok önemli gelişmeler ve iyi değerlendirilmelidir. Ancak, on yıllarımızı, yüz yıllarımızı belirleyecek esas etken bilgidir, bilimdir, yüksek teknolojiye ulaşmak ve bu dijital çağın bir parçası olabilmektir. Eğitim ve bilgi her detay sorunumuzun temel çözümüdür. Ekonomik gelişmeyi de, demokrasiyi de, insan haklarını da, muasır medeniyete de bizi ulaştıracak, sorunlarımız çözecek tek araç eğitim ve bilgidir. Bizi bunlara ulaştıracak tüm yolları açmalıyız. Gerisi teferruat…


Sayfa gönderiliyor. Lütfen bekleyiniz

ARKADAŞINA GÖNDER